Osmanli Mimarisi
OSMANLI MİMARİSİOsmanlı mimarisi, Osmanlı Devleti adını verdiğimiz büyük ve uzun ömürlü siyasş yapının, şehircilik ve her türden inşaatı kapsayan faaliyet alanının bütünü anlamına gelir. Giderek artan araştırma ve incelemeler arşiv belgelerinin ışığı altında, şimdiden bu alanda çok zengin bir literatür ortaya koymuştur.
Büyük bir orta çağ devletinin maddi ve manevi varlığını koruyup yaşatmak ve hayat üslûbunu sergilemek bakımından bu mimari, kendi biçimlerini ve semboliğini kısa zamanda ortaya koymuş, klasik çağında zerve eserler yaratmıştır. Mimarlık alanı ile bunun arka planındaki sosyal ve ekonomik gelişme zemini arasındaki sağla ve tutarlı bağlantılar Osmanlı mimarisini öncelikle rasyonel bir üslûba sokmuştur. Bu sebepledir ki eserlerin günlük ihtiyaçlara cevap vermesi, mimari unsurların yerleşme biçimi ve tezyinat düzeni çok özel bir kişilik gösterir. Anadolu Selçuklu döneminde esasları beliren, Beylikler döneminde ara tipleri iyice ortaya çıkan mimarlık sanatı, Osmanlı devrinde bir iç gelişme yaşayarak, XVI. yüzyıl boyunca değişmeyen ölçü ve esaslarla klasik biçimlerine kavuşmuştur. İşte bu çehresiyle örneklerini artıran mimari üslup, bütün Türk mimarisinin, hatta İslâm mimarisinin zirveye ulaştığı bir devre olarak dikkatleri çeker. Yakın Doğu'daki İslâm ve daha eski yarli gelenekler kadar, İran ve Orta Asya verilerini de değerlendiren bu faaliyet alanı, imparatorluğun sahip olduğu jeopolitik konumdan etkilenmiş, böylece İslâm kültür dairesinin batı ucunda özgün bir üslup yaratabilmiştir. Yatırımcı kurucu ve şenlendirici fonksiyonunu sonuna kadar koruyan imparatorluk bütün eyaletlerini bir inşaat alanı olarak görmüş, camiden kaleye, köprüden bedestene kadar çeşitli yapı tiplerini elini uzatabildiği her köşeye armağan etmiştir.
Anadolu Selçuklu mimarisi farklı yapı tipleri ve süslemeleriyle, Osmanlı dönemi açısından arkaik bir başlangıç olma özelliğini gösterir. Daha önce İran ve Orta Asya dünyasında örneklerini veren kubbe-mekan ilişkileri, XIII: yüzyıl boyunca Anadolu'da tekrar ve önemle ele alınmıştır. Özellikle, enlemesine mekan düzeninde, mihrap önünde kubbe fikrini geliştirenler Artuklular olmuştur. Camilerin kuzeyine eklenen avlular, birden fazla minarenin yapının köşelerinde yer alması daha sonraki gelişmlerin habarcisi olmuştur. İçinde sütun sıraları olan cami tipleri yanında tek kubbeli mescitlerde görülmekle birlikte, Osmanlı mimarisine doğru uzanan mimari formül; yukarıda sözünü ettiğimiz mihrap önü kubbesinin alt yapıyla olan bağlantılarının sağlamlaştırılması şeklinde özetlenebilir. Özellikle XIII. yüzyılda Konya'daki kapalı medreselerde netlik kazanan kuruluş, daha sonra cami mimarisini yönlendiren bir mimari deney alanı olmuştur. İnce Minareli ve Karatay Medresesi, çapı 14 metreyi aşan kubbeleri ve bu kubbelerin kapalı merkezi avluya hakimiyetleri bakımından Osmanlı cami mimarisinin hazırlayıcısı olmuşlardır.
Malzemenin değişimi Selçuklu sanatında ilgi çekici örnekler vermiştir. Tuğladan taşa geçerken, taş işçiliğinin çeşitli yapı tipleri ve mimari unsurlara uygulanması yerli geleneklerin etkisini de artırmıştır. Tuğla malzeme, kümbetlerde ve minarelerde uzun süre Büyük Selçuklu örneklerine bağlı kalarak yaşamıştır. Anadolu bir taş ülkesidir. Osmanlılar batıya doğru ilerledikçe bu kalıcı malzemeyi daha üstün bir teknolojiyle kullanmışlardır.
Selçuklular'ın yıkılışıyla birlikte Anadolu'nun farklı bölgelerinde kurulan beylikler devraldıkları mimari mirası devam ettirirken buna bulundukları bölgenin yöresel geleneklerini de katmışlardır. Genellikle darklı biçimlerde karşımıza çıkan Beylikler mimarisi, denemeci eğilimleri ve çeşitlilik gösteren çehresiyle uzun süre kimliğini saklamış, araştırmacılar için bu devre, Selçuklu ile Osmanlı arasında bir "geçiş" sayılmıştır. Son araştırmalar, Beylikler devrinin en önemli karakterinin kubbe-mekan ilişkiseinde düğümlendiğini, bu yolda önemli adımlar atıldığını göstermiştir. Anadolu Beylikleri tarafından denenen yapılarda birkaç plan şekli görülmekle birlikte, mihrap önü kubbesinin her geçen yıl büyümesi en dikkat çekici özelliktir. Ayrıca yapılarda kütle kompozisyonu da bir değişim içine girmiştir. Öncelikle, Selçuklu yapılarında görülen yatay gelişmenin, diklemsine boyut kazanarak yükselmeye başladığı, çok sütunlu planın daha az sayıdaki desteklerle derlenip toparlandığı görülür. Yer yer tonoz ve düz çatı kullanılmakla birlikte, kubbe ve yarım kubbelerin benimsenmeye başlaması önemli gelişmelerden biridir. Başlangıçta minarelerin yeri henüz kararsızdır. Pencere sayısının arttığı, ölçülerinin büyüdüğü ve hatta çift sıra pencerelerin denendiği örnekler vardır. Beylikler devri mimarisinin önemli gelişmelerinden biri son cemaat yeri ve revaklı avludur. XIII. yüzyıl Selçuklu mescitlerine dayanan ve genellikle üç bölmeli olan son cemaat yeri varlığını korurken, cami kütlesinin kuzeyine eklenen bir revaklı avlu kütle kompozisyonunu büsbütün değiştirmiştir.
Farklı bölgelere yayılarak hakim olmuş Türk Beylikleri içinde yalnızca kuzeybatı Anadolu'daki Osmanlılar yeni bir medeniyetin sanat nüvesini oluşturmuşlar, zamanla öteki brylikleri ortadan kaldırırken hakim bir kültür yaratabilmişlerdir. Osmanlı kültürü, hem Avrupa hem de Bizans kültürleri ile sık sık karşılaştırılır. Bu karşılaştırmayı mimari alanında yapmakla, daha açık bir fikir elde etmek mümkün olacaktır.
Osmanlı camisinin dış görünüşünü karakterize eden elemanlar; yarım küre biçimindeki kubbelerle bunları taşıyan düzgün kesme taştan prizmatik bina gövdesidir. Plan ne olursa olsun, kare mekanı örten tek kubbe veya ardarda eşit büyüklükte iki kubbe, yahut merkezde bir büyük ve çevresinde yarım kubbeler sistemi duvarlarla rasyonel bir biçimde kaynaşır. Özellikle klasik devirde, yukarıdan aşağıya genişleyerek inen kütle kompozisyonu basamaklı ve uyumlu bir görünüş sunar. İki, dört veya altı minareyle köşelerde dengelenen dış görünüş, bir Bizans kilisesinden bütünüyle farklıdır. Osmanlı minaresinin karşılığı Bizans'ta yoktur. Osmanlı kubbesinin kasnağı hemen daima makul bir yükseklikte tutulmuş, ana kütleyle kubbe arasında uyumlu bir geçiş sağlanmıştır. Özellikle Sinan'ın eserlerinde
kubbe, mimari kompozisyona giren öteki elemanlarla birlikte üstün bir düzen tasarımı içinde birleştirildiğinden etkili bir görünüm kazanabilmiştir. Bizans'da kubbe kasnağı çoğu kez kubbenin kendisinden daha yüksek olabilmektedir. Özellikle son Bizans devrinde bu yükseklik iyice artarak neredeyse bir kule halini alır. Osmanlı mimarisinde hakim örtü sistemi olarak, kubbe ya da kubbenin parçaları kullanılmıştır. Tonozlara daha az rastlanır. Bizans'ın basık kubbesini taşıyan yüksek kasnak, eğimli çatılardan oluşan yan örtüler, sık sık nişler ve düsey silmeler yapan duvarlar oldukça hareketli bir kütle kompozisyonu verir. Kırmızı tuğlalar arasına yerleştirilen taş sıraları pitoresk etkiyi artırır. Tuğla ile taşın birbiri üzerine konan yatay kuşaklar halinde kullanılması ilk devir Osmanlı yapılarında da görülür. Fakat Osmanlı mimarisini belirleyen elemanlar hemen daima düzgün kesme taşlarla örülü prizmatik kütlelerden oluşmuştur.
Birkaç örnek dışında, giderek artık yaygın tip olma örneği göstermeyen çok-destekli (kûfe tipi) camiler geleneği yerini Osmanlı camisinin giderek büyüyen mihrap önü kubbesine bırakmıştır. Artuklular'dan gelerek Beylikler devrinde gelişmesini tamamlayan bu şema, ilk devir Osmanlı camilerine örnek olur. Bursa üslubu camilerinde görülen ilk örneklerde büyüyen mihrap önü kubbesi giderek daha geniş alanları örter. En sonunda mekan düzeni, örtü sistemi, destek ve duvarlar arasındaki ilişki sağlam planlamayla kurulur, Osmanlı camisinde, altıgen ve sekizgen şemaların denenmesindeki en önemli sebep, cemaatin saf tutması ve bu şekilde, toplu halde namaz kılabilmesi isteğinden kaynaklanır.
Kaynak: Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi